6 Kasım 2012 Salı

Yaz Tatili Biter ve Eve donulur... Vol. 1

Bu blogu guncel tutacagimi dusunurken, araya giren yaz tatili, (utanmadan 104 gun tatil yapmisim), butun planlarimi alt-ust etmeye yetti. Aslinda, hergun birseyler yazmayi dusunmuyordum. Ancak, yine de bu kadar ara vermeyi hic istemiyordum. Neyse, zararin neresinden donulse kardir diyerek, birr yandan Real Madrid - B. Dortmund macini izleyip, bir yandan da buraya birseyler karalamak istedim. 

20 Temmuz'da gittigim Ayvalik'tan, 1 Kasim'da dondum. Bunca yildir bu kadar tatil yapmamistim. Aslinda, bu sureye "tatil" demek de dogru degil. Guzel bir hava degisimi ve denize kavusmak olarak adlandirmak daha dogru diye dusunuyorum. Uzun ve yorucu bir yolculuktu gidis. Gece, 02.30'da, Ankara'dan tekeri dondurdum Ayvalik'a dogru.


Ancak; ne yaptiysam, uyku denen illeti basimdan atamadim. Nescafé, Redbull, Susurluk Starbuck'sta icilen buyuk boy Americano bile bana misin demedi. Netekim; Eskisehir'i gectikten sonra bir yerlerde, dalmisim. Evet, evet, uyumusum anlik da olsa. Gozumu actigimda, sagdaki bariyerlere 50 cm'den daha az bir mesafe kaldigini farkederek, kendimi toparladim ve ister kamyoncularin, ister tircilarin oldugu bir park alaninda durup, 1 saat uyumaya karar verdim.


Boyle bir yerde, Eskisehir yakinlarinda, ilk molami verip, Redbull+Nescafe'yi burada ictim...


(Olasi bir felaketten, Canim Annemin ve tabii ki Tanri'min beni korudugunu dusunuyorum...) Bu da cok ise yaramadi aslinda. Oyle ya da boyle sag-saglim Ayvalik'a giris yaptim ve 104 gunluk sure oyle basladi... 


Ah, unutmadan, yanimda canim kizim Girly de vardi tabii ki. Artik uzun yolcukluklara alistigi icin sesi bile cikmadi. Uslu uslu oturdu yanimdaki koltukta...  


Aslinda, dusundum de; bu blog yazisi, 20 Temmuz - 01 Kasim arasindaki 104 gunun sadece baslangici olmali. Eger, yazmaya devam edecek olursam, hem cok uzun hem de okuyanlar icin bir iskence olacak diye dusunuyorum. 

Sonraki bloglarda gorusmek uzere...
















17 Mayıs 2012 Perşembe

29 sene sonra KOCAMAN KUPA geldi!

Tarih;16 Mayis 2012. Yer; Ankara 19 Mayis Stadi. Fenerbahce - Bursaspor 50. Turkiye Kupasi Final Maci icin yesil cimlerin uzerinde. 4 gun once, 6saray ile Sampiyonluk macina cikan ve 0-0 berabere kalarak, Sampiyonlugu 0.5 puan ile kaybeden Fenerbahce'm, 2011-2012 sezonunu kupa ile kapatma istegi icinde. 3 Temmuz'dan bu yana gelen; karalama ve yipratma kampanyalarina ragmen, taraftarin destegi ile bugunlere gelmis ve  bu kupayi alarak, bir nebze olsun, taraftarini ve camiamizi sevindirmek amacinda.

Cok kolay bir is degil. 4 gun once, ezeli rakibi ile berabere kalarak, sapiyonlugu MABED'de kaybetmis, moral bozuklugu ve uzuntu icinde bu maca motive olmak, kupayi kazanacak oyunu sergilemek, kolay degildi gercekten... Ancak, macin basinda, henuz 70. saniyede Caner'in attigi gol ile, "biz hala dimdik ayaktayiz ve kupayi istiyoruz!" mesajini vermisti bile. Ancak, tahmin ediyorum ki, bu macin bu kadar kolay gececegini kimse dusunmuyordu. Bir yanda, 2 sene oncenin Lig Sampiyonu, Bursaspor vardi. Onlarin da amaci, kupayi kazanarak sezonu iyi bir sekilde kapatmakti. Amac kupa ise, calisacak, oynayacak ve kazanmayi hak edeceksin. 12 Mayis 2012'de, MABED'de, 6saray'in yaptigi gibi sahana sinip, gol atmayi degil, gol yememeyi, hem de 1 taneden cok gol yememeyi dusunmeyeceksin. Oyun oynadigin gibi, oynattiracaksin ki, futbolun zevki ciksin. Netekim, Bursaspor da ayni bu sekilde oynadi. Amac, gol atip, kazanmakti. Ellerinden geldigi kadar da ataklarla tehlikeler yarattilar. En azindan belli surelerde. Cunku; oyunun tek hakimi Fenerbahce idi. Alex, her zamankinden daha istekli ve kazanmaya sartlanmisti. Hal boyle olunca, iyi oynayan bir Alex'in durdurulmasi da soz konusu olamazdi. 

Dakikalar, 45'i gosterirken, Christian Baroni cikti sahneye. KrAlex'in, nefis topuk pasiyla, bir anda ceza sahasinin hemen disinda topla bulusup, o, her zaman yaptigi gibi sert ve duzgun bir vurusula, farkin 2'ye cikmasini sagladi ve ilk yari bu sonucla bitti. Takim, soyunma odasina giderken, iclerinde bir huzur, kupanin bir ucundan yakalamis olmalarinin verdigi rahatlik vardi iclerinde.

Mac, ATV'den yayinlaniyordu ve yorumcular; Yilmaz Vural ve Gurcan Bilgic'ti. Yilmaz Hoca, yine mactan cok, yaptigi yorumlarla herkesin dikkatini cekti. "Alex'e degmeden gol olmuyor, yine mi Alex?" gibi ilginc yorumlarla, herkesin yuzunde bir gulumsemeye neden oldu. Herkes bilir ki, yillardir Yilmaz Hoca'nin tek amaci vardir. O da, Fenerbahce'ye Teknik Direktor olmak. Bunun, hicbir zaman, pek mumkun olacagini sanmiyorum. Keza; karizmatik bir kisi olsa da, Fenerbahce gibi bir camiada Teknik Direktorluk yapmak, futbolcu olmak, cok daha farkli ozellikler gerektiren bir olgudur. Kendisi icin gercekten uzuluyorum ama, yapacak birsey yok...

Ikinci yari basladiginda, Bursaspor biraz daha istekli ve atak oyun ile kalemize gelmeye basladi. Hatta oyle bir gol kacirdi ki; gol olsaydi, isler; Fenerbahce icin biraz zorlasabilirdi. Ama goruldu ki; Fenerbahce, kupayi almaya yemin etmis, konsantre olmus ve bu yonde oyun oynuyordu. 

Bu sefer sahneye Semih cikti. Yine KrAlex'in, al da at dercesine Semih'e verdigi pas, gol oluyor; dakikalar 58'i gosterirken, Fenerbahce farki 3'e cikartiyordu. Artik, herkes kupadan emindi. Ilginc olan; Fenerbahce seyircisinden cit cikmazken, Bursaspor seyircisi, sanki kendileri 3-0 galip gibi, tribun show yapmaya baslamislardi. Atkilar ellerde, bir saga bir sola sallanirken, sarkilar soyleniyor, Bursa lehine sloganlar atiliyordu. 

Veee, 3 golun asistini yapan KrAlex, Semih'in verdigi pasla attigi mukemmel gol ileson noktayi koydu. Kendine yakisan oyununu bir de attigi gol ile susledi ve kupanin Fenerbahce'ye gelmesini percinledi. Ve macin sonunda, spor yazarlarinin verdigi oylarla, Final Macinin En Degerli Oyuncusu secildi.

Calan son dudukle; 50. Turkiye Kupasi, Fenerbahce'mizin oldu. Cumartesi gunu, Lig Sampiyonlugunu kaybeden Sari Kanarya, sezonu 29 senedir hasret kaldigi Turkiye Kupasi ile noktalamis oldu. 


50. Turkiye Kupasi Fenerbahce'nin...

Unutmamak gerekir ki, alinacak 1 kupa daha var. O da; 6saray ile oynanacak Super Kupa! Muhtemelen, liglerin baslamasindan hemen once oynanacak bu macin, Fenerbahce icin anlami cok buyuk olacak. Fatih Terim, o cok ovundugu takimini, Lig Sampiyonlugu'nu kaybetmemek adina, ezik, oyunu kendi sahasinda kabul eden, korkak, gol atmaktan cok gol ya da goller yememek seklinde oynatip, kupayi almisti. Bu sefer, beraberlik ise yaramayacak. Gol atan ve galip gelen, Super Kupa'yi muzesine goturecek. Kisaca, Inananlarla, Yusufcuklarin maci olacak. Ligi, 2 kupa ile bitirmeyi hedefleyen Fenerbahce de, bu kupayi alarak, hem, 0.5 puanla kacirdigi sampiyonlugun, hem de Mabed'de 6saray'in aldigi kupanin cezasini kesecek diye dusunuyorum.

Mac siraisnda yasanan ufak tefek olaylar haricinde, oldukca centilmence ve Fair Play Ruhu'na uygun sekilde mucadele eden Bursaspor'a ve tribunlerde takimini destekleyen ve mac sonrasi da Fenerbahce'mizi ve takimlarini alkislayan Bursaspor taraftarina yurekten tesekkurler...

Mac sonrasi yapilan basin toplantisinda, KrAlex'in soyledigi su sozler, duygularini az da olsa yansitiyordu.

"Alex: Sike davası konusunda kendi fikirlerimi soylersem, bu ulkede beni başkanin kogus arkadasi yaparlar, bu nedenle es geçiyorum..."

Aslinda soyle de bir durum var: Turkiye Kupasi Finali'nde, Fenerbahce’nin attigi butun gollerin, sol kanat organizasyonlari ile gelmis olmasi, bir tesaduf olabilir mi? Ne dersiniz? :) 

Hamis: Zafer, INANANLARINDIR, korkak ve sinenlerin degil!

6 Mayıs 2012 Pazar

Yesil Sukunet

Bahar geldi, hos geldi! Ya da, bana uygun oldugu bicimde, bahar gelmis neyime! Ama iste oyle olmuyor. Icimdeki fotograf aski, 2 gun once yine kendini gosterdi ve bir anda kendimi disarida, sitemizin bahcesinde buldum. Oturdugum yerde, maalesef fazla ve farkli fotograf cekebilecegim bir ortam yok. Ancak; evde iken farketmedigim kadar yesil bir ortam icinde oldugumu anladigimda soyle bir durdum ve etrafima bakindim. Evet, her yer yemyesildi. Gunes, bulutlarin arkasinda kalmakta israr edince, bana da, fotograf cekmek kaldi.

Neredeyse 40 senedir burada oturuyorum. Onumuzdeki camlarin, 30 cm oldugu zamanlardan bu yana yani. Simdi, hepsinin boyu 20 m civarinda. Eski fotograflara baktigimda, bu durum ben, gercekten cok sasirtiyor. Bir kere daha anliyorum ki, zaman, gercekten cok cabuk geciyor ve biz, ya da ben, bunu, kesinlikle faydali bir sekilde kullanamiyoruz. Aslinda kullanasim da yok. Nasilsa birgun hepimiz, bu diyardan gocup, gidecegiz. Iste tam bu sirada, kulaklarimda yankilanan o sarki... Su yazdigim satirlar dahil olmak uzere, sahip oldugum hersey, arkamda kalacak. Saka gibi, degil mi? Az once yine ayni seyi dusunerek, bu yaziyi yarim birakip, birakmama arasinda kaldim acikcasi. Sonra, cektigim fotograflari dusundum. Neden paylasmayayim ki? Kac kisinin bu blogu okudugunu bile bilmiyorken ustelik. 

Bu bloga baslamadan once, kendime bir soz vermis ve benim icin onemli oldugunu dusundugum her olayi, bu satirlara dokecek ve bu sefer blogumu guncel tutacaktim. Yine olmadi. bazi seyleri yapmak icin, motivasyon o kadar onemli ki! Su siralar, sahip olmadigim seylerden biri de bu iste. Umuyorum ki; cektigim ve cekmeyi dusundugum fotograflar sayesinde, bu ise, biraz daha degilebilecegim. Kimbilir? Belki, bu blogu goruntuleyen 3-5 kisiye de sahip olabilirim o zaman...

Gelelim asil konumuza. Uzun zamandan beri, gulmeyin ama, yaklasik 2 senedir, yeni bir fotograf makinasi almayi istiyorum. Arastirmadigim site, okumadigim blog ve benzeri yazi kalmadi diyebilirim. Okumak yetmiyor haliyle. Bu ise ayiracagim butcenin de onemli bir detay oldugunu hatirlamam gerek. Aslinda, 2 makina arasinda kaldim diyebilirim. Biri bu, digeri de su... Makinadan daha onemli olan lens olayini da es gecmemek gerek. Iste o konuda biraz, yok yok bayagi cahil kaliyorum diyebilirim. Bu durumu, bir sekilde asmam ve hayalini kurdugum 2 makinadan birini, en kisa zamanda almam gerek. Bu sekilde, hayatla olan iliskimi biraz daha farkli boyuta tasiyip, doga, insan ve hayvanlarla, hatta binalarla olan iliskimi gelistirebilirim diye dusunuyorum.

Simdilerde kullandigim makina, 3 sene once aldigim ufaklik, artik bana yetmiyor. Muhtemelen, ona bu hediyeyi alip, sualtinda kullanmanin zevkini hem kendisine ve tabii bu vesile ile kendime yasatacagim...

Iste, size bahsettigim ve fotograflari cekerken bu kadar guzel olabilecegini tahmin etmedigim fotograflardan biri. 




Fotograf tekniklerini bilenler farketmistir. Bu, fotografin orjinal hali degil. HDR teknigi kullanarak yarattigim bir fotograf. Gunesin olmamasi, renkleri olabildigince dogal yansitmis bu kareye. HDR'den once, ben bile bu kadar guzel olabilecegini tahmin etmemistim. Aferin bana... 

Ve, farkettim ki; fotograf cekerken, dunyadan tamamen uzaklasiyorum. Kulaklarim tamamen kapali ve cektigim fotografa konsantre oluyorum. Aslinda bu bayagi bir terapi. Bu durumu, maket yaparken de yasiyorum. Hem de daha fazlasiyla. Yakinda, yaptigim maket ve maketler ile ilgili de bir yazi yazabilecegimi saniyorum. 


Stairway To Heaven calarken, bu hamakta yatip, kuslarin civiltisini kulaklarimda, esen serin ruzgari da tenimde hissederek uyumak isterdim. Huzur adini verdigim bu fotografta, insan baska ne dusunebilir ki? Bunun bir otesi, issiz ada olur herhalde :)




Bana sorarsaniz, fotograf cekmenin diger guzel yanlarindan biri de, saatlerce yurudugunuzu, eve dondugunuzde anliyor olmaniz. Bu zamana kadar, fotografa, istedigim kadar vakit ayiramayisimin bir nedeni de, neredeyse, 3 adim oteye bile arabam ile gitmekten vazgecememis olmam. Bu kotu aliskanligi, birakacagim gunlerin yakin oldugunu bliyorum. Yeter ki, su motivasyon dedigim zimbirti, bir an once beni ziyaret etsin... Ve, hayalimdeki CANON EOS 600D'yi alabileyim :)


Gunesin dogmasina 1.5 saat kaldigini, su anda saatime baktigimda farketim, iyi mi? Yatma zamanim gelmis hatta coktaaaan 3 saat kadar da gecmis. Iste, yazmak boyle birsey. Zaman su gibi akip geciyor. Mimar olmanin getirdigi, "geceler yaraticiligimi ortaya cikartiyor!" lafini da yazmadan edemeyecegim. Su uyur, mimar uyumaz... :)


Gorusmek uzere....


14 Şubat 2012 Salı

St. Valetine ve torunlari...

Iste yine bir 14 Subat geldi catti. Herkes bir kosturmacada gunlerdir. Kimi alisveris telasinda, kimi bu aksam nerede yemek yiyecegini dusunuyor, rezervasyonlar yaptiriyor. Her yerde kirmizi kalpler, kirmizi renkler var tahmin ediyorum. Keza, uzun zamandir, AVM ve benzeri yerlerde pek dolasmadim. Mesela, buradaki gibi, vitrinler suslenmis, indirim ve kampanya yazilari asilmis, musterileri, magazalara cekmek icin hersey yapilmistir sanirim.

Belki biraz klise olacak ama, tuketim ekonomisi ve gunu haline gelmis bu tarihler maalesef herkes icin mutlu ya da sevincli anlarin gostergesi olamiyor. Bir yandan tuketirken, diger yandan bu tuketimin bir parcasi olmayan, olamayan kisiler de, makus talihlerini yasamaya devam ediyorlar. Aslinda, kimi de bu tur gunlerin cok meraklisi degil. Yani, her turlu imkani olup da, pijamasini ve terligini giyip, tv karsisinda, sevgilisi, esi ile gecirmeyi sevenlerin de oldugunu biliyorum. Tamamen tercih meselesi. Kimseyi yargilamam, bana da dusmez.

365 gunde 1 sevgilisini hatirlayan insanlar yerine, 364 gun hatirlayip, 1 gun unutan biri olmayi isterdim. Evet, evet, bildigimiz unutmak. Isten eve geldigimde, esofmanlarimi giyip, saclarimi darmadagin sekilde toplayip, siradan bir gun gibi, yemek yapmak, sofrayi hazirlamak ve sonrasinda da, kanapeye oturup, tv'deki maci izlemek, belki de bir diziyi...

Bugun annemi sevdigimi soyledigim ufak bir paragraf paylastim Facebookta. Soyle demisim :  

"Muhim olan ne sevmek, ne sevilmek, ne de sevdiginin insan olmasi. Muhim olan, sevgide emek ve yurek var mi, onu cok iyi anlamak gerek! Topraga yeni ekilen bir fidanin agac oldugunu gorebiliyor ve kendinle gurur duyuyorsan, iste en buyuk sevgi budur. Annemin beni bugunlere getirdigini gordugunde, gozundeki isilti, yuregindeki hafif carpinti ve gurur duymasi gibi. Seni seviyorum Anne'm..." 

Hayatimda kim olursa olsun, kalbimin ilk ve tek sahibi her zaman Anne'm olacak. Bana can veren, 9 ay karninda tasiyan, bugunlere gelmem icin elinden geleni yapayan, yemeyen yediren, giymeyen giydiren O'ydu cunku. Sevgilerin en buyugu de Anne Sevgisi'dir. Bundan daha farkli bir dusuncesi olan da yoktur tahmin ediyorum.

Tek istegim, bugun bitip de, tarihler 15.02.2012'yi gosterdiginde, Cinderella misali, cok $ik seyler, bir anda balkabagina donusmesin. Nasil basladiysa, gittigi yere kadar bu sekilde gitsin. Hayat, gercekten cok kisa ve ne kadar omrumuzun oldugunu, nerede ve nasil sonlanacagini maalesef bilemiyoruz. Bilsek ne olurdu? Bence, cok daha guzel sekilde yasardik. Belki, kimseyi kirmaz, seni seviyorum sozunu cok daha fazla kisiye ya da seye soylerdik. Daha saygili, daha anlayisli, herseye ragmen daha guleryuzlu, daha sevecen, daha paylasimci olurduk. Birbirimizin kiymetini bilir, ezmeden, istismar etmeden yasamanin yollarini ogrenirdik belki de. Bize bicilen rol ve oynadigimiz oyun, gunu gelip de bittiginde, yani perde kapandiginda, nefretle degil, en guzel sekilde hatirlanmak guzel olmaz miydi? 

Gunumuzde, sevgiler, arkadasliklar cok cabuk tuketiliyor. Pop kultur dedigimiz de bu iste. Bundan 20-30 sene once, bir erkek, sevdigi ya da arkadas olmak istedigi bir kadinin elini tutmak icin 6 ay beklermis. Ya simdi? Gunluk, gecelik, belki saatlik iliskiler ariyorlar. Sevmeye, aska zaman ve emek ayirmiyorlar. Neden? Bu sorunun cevabi kendimizde, dusunce ve hayata bakis acimizda. Hayati, ne kadar ciddiye alirsak, iliskilerimiz de o kadar kaliteli olacaktir. Inanin buna. Unutmayalim ki, 60 yasina geldigimizde, bir kase sicak corba yapacak biri yoksa yanimizda... Cami avlusunda toplanan kalabaligin bize ne fayasi olur ki? Baki'ni dedigi gibi, "baki kalan bu kubbede, hos bir seda imis!"

Mesela; Antik Roma'da'da, 15 Subat,yani gunumuzde de yarin, bereket tanrısı Lupercus'un onuruna, Lupercalia gunu olarak kutlanirmis. Bu gunde, Lupercus'un din adamları tanriya keci kurban ederlermis. Daha sonra kafalarinin uzerine koyduklari bir parca keci derisi ile Lupercus'u simgeleyerek, Roma sokaklarinda kosturup, karsilastiklari herkese dokunurlarmis. Genc kizlar, gonullu olarak ileri atilir ve bereket tanrisinin dokunusundan paylarini almaya calisirlarmis. Inanisa gore, bu dokunus sayesinde dogurganliklari kolaylasacakmis. Bizler, yine de cok cocuk degil, bakabildigimiz ve en iyi sekilde yetistirebilecegimiz kadar cocuk yapmanin dusuncesinde olmaliyiz.

Herkesin, Sevgililer Gunu kutlu olsun... 

Hamis : Sevildigin kadar sevilirsin, sevdigin kadar da buyursun, hatta buyutursun...

13 Şubat 2012 Pazartesi

Whitney Houston'in ardindan...

12.02.2012 Cumartesi. Yer; Los Angeles, Beverly Hilton Oteli. Basta CNN olmak uzere, dunya capinda yayin yapan onemli televizyon kanallari, SON DAKIKA haberini geciyor. "Whitney Houston, kaldigi otel odasinda olu bulundu!" Once,gozlerime inanamadim. dedim, bir yanlislik olmali. hemen, internette arastirma yapmaya basladim. Bu haberin yanlis oldugunu gosterecek baska bir haber ariyordum. Hayir, maalesef haber dogruydu ve dunya capinda 170 milyondan fazla album satan, 6'si Grammy Odulu olmak uzere 400'den fazla odul alan ve bu yuzden de Guinness Rekorlar Kitabi’na giren Whitney Houston olmustu. Ilk belirlemere gore, aldigi asiri alkol, bu kotu ve dramatik sonu hazirlamisti. Herkesin az cok bildigi gibi, 2007'de bosandigi esi Bobby Brown yuzunden uyusturucu ve alkole bagimli olmus ve bu yuzden tedavi bile gormustu. 

Muzik hayatina, 11 yasinda girdigi kilise korusunda baslamis; 22 yasinda ilk albumunu cikartmisti. 90'li yillarda, Kevin Costner ile basrolu paylastigi The Bodyguard filminde oynamis ve filmde soylemis oldugu pek cok sarki ile, uzun zaman listelerde 1 numara olarak kalmisti. Ozellikle I Will Always Love You adli parcasi, haftalarca listelerin en ust sirasinda yer almisti.

Yanlis hatirlamiyorsam, O'nu dinlemeye basladigim zaman, 1985 yilinda cikardigi Whitney adli album idi. Album icindeki butun sarkilari, defalarca dinler, boyle muhtesem bir ses karsisinda hayranligimi da gizleyemezdim. Belki, o sarkilarla asik olmus, o sarkilarin buyusune kendimi kaptirarak, onlarca hayal kurmus olanlardan sadece biriydim.

Benim icin baska bir onemi daha vardi Whitney Houston'in. 2 sene once once kaybettigim annem ile ayni gun dogmustu. 9 Agustos... Nedendir, bilmiyorum, belki de bu yuzden daha da cok sevmisimdir. Ama bildigim birsey varsa, o da, daha yapacak ve soyleyecek cok sarkisi olmasina ragmen, sevilen pek cok sarkici/sanatci gibi, O'nun da bu dunyadan ayrilisi, maalesef bir otel odasinda ve fazlaca aldigi alkol belki de uyusturucu yuzunden dramatik bir son ile oldu.

Henuz birkac ay once, Amy Winehouse da, evinde olu bulunmus. Olum nedeni, hala kesin olarak aciklanmasa da, uyusturucu oldugu dusunuluyor. Otel odasinda hayatini noktalayan ve pek coğumuzun sarkilarini dinledigi ya da filmlerini severek izledigi bazi isimler aklima geliyor. Jim Morrison, John Belushi, Janis Joplin, David Carradine, Oscar Wilde, Sid Vicious, Gary Moore... Hepsi de, kariyerlerinin ortasinda ya da henuz basinda iken, bu kotu sonu yasamislardi. Akillarda kalan en onemli isimlerden biri de; kendi dairesinde, henuz 28 yasinda iken, asiri dozda uykucu ilaci alarak, belki de kazara, hayatina son veren Heath Ledger idi... Oynamis oldugu son filmi The Dark Night'i izleyemeden, ardinda pek cok hayranini birakarak, bu dunyadan gocup, gitmisti. 

Whitney Houston, R&B sarkicisi, soz yazari, rapci ve dansci olan Bobby Brown ile evlenmis ve bu evlilikten, Kristina Bobbie adinda su anda 18 yasinda olan bir kiz cocugu dunyaya getirmisti. Iste bu evlilik, belki de, Whitney Houston'in bu dramatik sonunu hazirlamisti. Brown, Houston'i, bu uyusturucu batagina suruklmek ile defalarca suclanmis, hatta Whitney Houston sevenlerin de ofkesini kazanmisti. Ne yazik ki, uyusturucu belasina bulasanlar, her ne kadar rehabilatasyon ve terapi gorseler de, bu illetten %100 kurtulamiyor. Ozellikle, bu tur sanatcilar, kariyerlerinden dusmeye basladiklarinda, teselliyi, maalesef uyusturucu, alkol ve benzeri maddlerde ariyorlar.  

Whitney Houston'in, 30 senelik kariyerinde yapmis oldugu, kazandigi hersey, bir anda bitti iste. Ustelik, bu gece yapilacak 54. Grammy Odul Toreni gibi bir organizsyon varken. Basinda yer alan haberlere gore, odul toreninin yapimcisi Ken Ehrlich, torende Whitney Houston icin bir takım anma etkinligi yapacaklarini, ancak tamamiyla töreni buna ayiramayacaklarini belirtmis. Oysa, birkac gun once, kiziyla, havuzda yuzmus, beraber vakit gecirmis ve cok da mutluymus soylenildigine gore. Peki neden? Bir insan, bilerek, neden kendi hayatina bu sekilde son vermek ister? Herseye sahipken, ya da oldugunu dusunurken, neden boyle bir son hazirlar kendine ve sevdiklerine? 

Bu tur sanatcilar, kazandiklari un ve sohreti cogu zaman hazmedemiyor ve mutluluk ya da rahatlamayi, alkol ya da uyusturucuda ariyorlar sanirim. Ya da; herseye sahip olduklari icin, baska seyleri de denemenin ne demek oldugunu gormek, anlamak istiyorlar. Hicbirimizin yasantisi mukemmel degil. Whitney Houston da, kimbilir ne tur sorunlar ve dertlerle ugrasiyordu. Son birkac yildir, dusen grafigi, eskisi gibi populer olmamasi, eski gunlerini aratmis, belki de, bu yuzden cozumu, bu sekilde aramisti. Ama olmadi. Nasil olabilirdi ki? Kim kulandigi alkol ya da uyusturucu ile basari yakalamis, eski gunlerine donebilmis ki? Tabii, cogu sanatci gibi, yalnizlik da, bu sorunlarin basinda gelen ve cozulmesi zor olan bir durum olabilirdi. Hepimiz biliyoruz ki, kim olursa olsun, belli bir une kavustuktan sonra, istedigi seyleri yapamayan, sokakta rahat yuruyemeyen, en basit bir restaurantta bile rahatca yemek yiyemeyen kisiler oluyor sanatcilar. Bir zaman sonra da, bakiyorlar ki, toplumdan uzaklasmis ve kendi baslarina kalmislar. Bu da, onlari, psikolojik sorunlara itiyor haliyle. Tum bu yanlizigi, alkol ve uyusturucuda aramak, bir nevi caresizlik ve zayiflik olarak gorunse de, profesyonel destek almamak, yaninda, ona destek verecek birilerinin olmasi da bu sonu hazirliyor bir sekilde demek ki. Cok aci ve dramatik bir olay.

Whitney Houston... Arkasinda, beraber pek cok seyi paylastigi, 18 yasindaki kizini, sevenlerini birakarak, aramizdan ayrildi. Neredeyse, butun sarkilarini dinledigim ve bildigim, soyledigim Whitney Houston'a veda zamani artik. Su anda Grammy Odul Toreni basladi. Bruce Springsteen acilis sarkisini soyluyor. Yasasaydi, O da burada olacakti.

Huzur icinde yat Whitney Houston. Mekanin cennet olsun. Bize biraktigin sarkilar ve buyuleyici sesin icin tesekkur ederim. Tanrim, kardesimiz Whitney Houston'i bizimle paylastigin icin tesekkur ederiz...

HAMIS : Hayatta hicbirsey,kendi hayatimiz kadar degerli degildir...

3 Şubat 2012 Cuma

Baslarken...

Aslinda, bu tur baslangiclari hic sevmemisimdir. Ne yazayim diye dusunurken, aklinizda olan, bitenleri ve kurguladiklarinizi bir an icin olsa kaybedebiliyorsunuz. Bu kismi, cok uzun tutmanin bir anlami da yok. Yillardan beri, 3-4 blog yaratip, guncel tutmayi basaramadigim icin, hep yarim kaldilar. Aklimda, Ocak 2012'den itibaren bir blog hazirlamak ve surekli guncelleyerek, sizlerle birseyler paylasmak vardi. Ve Ocak sonu yaklasirken, geriye donup, bugune, yani 25 Ocak 2012 tarihine kadar yasadigim, gordugum, hissettigim, aci ya da tatli olaylari, aklimda kaldiklari kadar yazarak baslamak sanirim en dogrusu olacak.

Blog'uma verdigim isimden biraz bahsetmek istiyorum. Hayatimin, en degerli, en onemli, essiz ve gercekten mukemmel insani, beni dunyaya getiren, ornek aldigim Annemi, 07.01.2010 tarihinde kollarimda kaybettim. Ve, turuncu, O'nun en sevdigi renk oldu 74 yillik omrunde. Ayni zamanda renkler dunyasindaki anlami da, bu ismi secmemdeki etkenlerden oldu.


Blog'u, O'na, su anda  her neredeyse, ki cennette olduguna olan inancim cok kuvvetli, ANNEM'e ithaf ediyorum. Her ziyarete gittigimde, en cok sevdigi sarkiyi dinletirken, gozyaslarima hakim olamiyorum. Birgun yanina geldigimde, yeniden beraber olmak, seni kucaklamak ve binlerce kere opmek istiyorum. Nurlar ve huzur icinde yat Anne'm. Mekanin cennet, ruhun sad olsun...